1 Aralık 2010 Çarşamba

Mağrur!
Kimilerine göre kendini çok beğenmektir, kimilerine göre fazla gururlu olmaktır, kimine göre dik ve yalnız kalabilmektir her şartta ve zorlukta.
Kelime anlamı itibariyle, duygusal olarak birçok davranış biçimini barındırıyor ama özü itibariyle 21. yüzyılda içi çok boşaltılmış gibi görünüyor.
Dün tv' yi açıp kulüp başkanımız sayın Aziz Yıldırım ile Beşiktaş başkanı Yıldırım Demirören'i yan yana, diz dize, mesut ve mutlu görünce yine geldi aklıma bu kelime: " MAĞRUR "
Aynı kelime en son kulüp başkanımız Mehmet Topuzun transferinde tv ye çıkıp futbolcuyu kaçıran Yıldırım Demirörene saydırırken, " iki gün verin bakalım futbolcu kimi isteyecek " diye gider yaparken geldimişdi helal olsun diyerek,
Aynı kelime daha öncede Yıldırım Demirören ile rüştü - toroman - bursa ilişkilerinde ters düşmesi sonucunda (hatta demirörenin o varsa ben kulüpler birliğine katılmam diyerek boykotuyla sonuçlanacak) tartışmasında geldi,
Aynı kelime daha önce, demirörenin o muhteşem gülen yüzü ile adnan polatın yemeklerinden sonra galatasaray şampiyon olsun demecinin ardından, koyduğu tepki, resmi siteden yaptığı zehir zemberek açıklama ile gelmişti.
Aynı kelime başkanımız ile ilgili daha önce defalarca gelmişti, bunlar bir tarafa.
Gelelim diğer tarafa;
Şimdiye kadar yaptığın birçok şey beni ve benim gibi düşünen birçok insanı üzmüştü,
Taraftarını polise aldırtman,
Tümere, Fatih Akyele bu formayı giydirtmen,
Endüstryel futbolun Türkiye büyükelçisi olman,
Taraftarın düşmanı, seyircinin dostu olman,
Futbolcuyu dolaylıda olsa o statda ıslıklattırman, ( bunun tek sorumlusu o statda taraftar profilini değiştiren sensin )
Kovduğun hocayı geri getirmen onu tazminat ödeyerek tekrar kovman,
1 milyonluk adamlara sırf hırsın yüzünden 10 milyonlar vermen,
Yine kaprisin yüzünden tarihin en başarılı hocamızı kovman,
Falan filan,
Bunlar da hep üzdü beni yıllardır, hep karşı çıktım bunlara kendimce, ve karşı çıkmayada devam edeceğim.
Ama bunların hiçbirisi seni dün tv de demirören ile yan yana diz dize gördüğüm kadar beni yaralamamıştı, duygusal olan neyim varsa ortasına boktan bir çizik atmamıştı,
3-5 milyon için değermiydi, denizlide kaçan son dakika şampiyonluktan sonra kaldırımlara dökülen gözyaşlarımıza,
değermiydi o gün üzülen ölmüşlerimizin kemiklerini sızlatmaya,
Bence değmezdi,
Rast gele demiyorum artık sana, demeyeceğimde....

28 Nisan 2010 Çarşamba

Federasyona Çağrıdır..

Futbol federasyonunun yapısal özelliklerini, organlarını pek bilmem, ama içinde barındırdığı - kendisine bağlı olan unsurları az çok biliyoruz, bunlar genel hatlarıyla; hakemler, gözlemciler, saha komiserleri, tahkim kurulu, pfdk, filan falan. Bu unsurların hepsi olağan futbol koşullarında işleyen, işlerini yapan, işe yarayan çalışmalardır, ancak Türk futbolunun birde olağan üstü durumları vardır ( genelde yaşanır) bu durumlarda devreye sokulması gereken bir kurul maalesef hala yok.
Yaşanan bunca tecrübeye rağmen futbol federasyonumuz neden hala bu konuda hiçbirşey yapmıyor onuda anlamış değilim bir türlü, sadece ülkemize has olan bu olağan üstü durumu Uefa hatta Fifaya taşımak, özerk bir uygulama için izin istemek çokmu zor? Geç kalınan her gün ülkemizin futboluna ağır hasarlar vermektedir.
Peki bu aslında çok olağan olan ama bizim ülkemizde olağanüstüleşen durum nedir? alınması gereken önlemler nelerdir?
Öncelikle sondan başlayayım alınması gereken önlem ivedilikle bir sağlık kurulunun oluşturulmasıdır. Bu kurula akıl ve ruh sağlığıyla ilgili, psikiyatri uzmanları, üst düzey doktorlar bulunmalıdır, gerçekleşen bu olağan üstü durumlarda bu doktorlar başta kulüp yöneticileri olmak üzere, emekli hakemler, yorumcular, tek tek sağlık taramasından geçirilmeliler,
Gelelim bu olağan üstü duruma, ülkenin 18 takımından birisi olan Fenerbahçe isimli bir kulübün lider olması veya şampiyonluğa yaklaşmasıdır,
Bu kulüp ne zaman lider olsa, şampiyonluğa yaklaşsa aşağıda belirtileri görünen hastalıklar türemektedir,
-Ülkenin futbol aklında bozulma,
-Çeşitli halüsinasyonlar görme,
-Kurdukları hayallere önce kendileri sonrada başkalarını inandırma,
-Saldırganlaşma,
-Harketlerini kontrol edememe,
-Şizorfen bir yapıya bürünme,
Bu güne kadar kimsenin şikayetçi olmadığı ama bu günden itibaren vatan haini olan hakemlerimize yazık değilmi (aslında hakemler hep böyleydi o ayrı sorun ama Fenerbahçe takımı lider olunca idam edilmeye başlandılar bazılarınca)
Bu güne kadar kalelerinde mis gibi duran ekmeklerini kazanan kalecilere yazık değilmi (hepsi bilerek gol yemeye başladılar)
Bu güne kadar hep doksana goller atan hiç penaltı kaçırmayan forvetlere yazık değilmi (bilerek penaltı kaçırmaya başladılar)
Bu güne kadar el üstünde tutulan kaptanlara yazık değilmi ( istenmeyen adam ilan edildiler)
Bu güne kadar kimsenin etkisinde kalmayan mhk ya yazık değilmi ( Aziz Yıldırımın kuklası oldular)
Federasyon lütfen göreve bu gidişe bir son verin, yazık ülkenin futboluna, zira aldığım duyumlara göre Fenerbahçe takımı kararlıymış oralardan pek inmeyecekmiş aşağılara,
Acil doktooooooooorrrrrrrr!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

20 Nisan 2010 Salı

Empati



Futbolla ilişikli olduğum için genelde futbol üzerine karaladım bu güne kadar ama herşeyden öte futbola bakışımızı bile etkileyen bir yanımız varki o da dünyaya emekten yana bakmak, sınırsızlıktan yana bakmak, insan olmaktan yana bakmak,


Baktığımız yerde bizden öncekiler, bizim baktığımız dünyayı büyütmeye çalışanlar tarifi zor acılar çekmişler, bizse darbe kuşağı olarak tıngırıfıs bir ortamda, kişiliksiz, habersiz, bir dünyada büyümeye başladık, Allahtan çevremizde azda olsa kalanlar vardı da onlardan hayatın ne olduğunu, başka bir dünyanın var olduğunu dinleyebildik,


Bunu karalamamın nedeni ise ali alverdi nin ölüm haberini duymuş olmam,


6.Mayıs.1972 de bizim baktığımız dünyayı büyütmeye çalışan güzel insanların asılmalarına karar veren, idam edilirlerkende bıyık altından gülen bu şahıs yazdığı kitapta aynen şöyle söylüyor;


"işte bu beyni yikanmiş militanlar ölum sehpasinda dahi komünizm propagandasi yapiyor ve kendisinin arkasindan gelecek olanlara cesaret vermek istiyor. onlari astigimiz icin turk ceza kanunlarini millet adina muhakeme ederek tatbik ettigim icin bana katil elverdi diyorlar"


Evet sana katil diyoruz ama ayrıca sana mendereslerin asılmasıyla devam eden bir maçı üç üçe getirmeye çalışan, ve bunu suçsuz, günahsız üç tane gencim ömürleriyle oynayarak yapan yanlı bir hakemde diyoruz,


Gelelim bu şahsın ölümüne arkadaş nefes borusuna kaçan bir yemek parçası yüzünden BOĞULARAK can vermiştir, evet inanılmaz ama gerçek BOĞULARAK,


O yaşam dolu gençlere sınırsız yanarken içimiz, 3-5 saniyeliğinede olsa BOĞULMA duygusunu yaşadığın için buz gibi oluyor,


Empati sen ne hoş bir şeysin.


İlahi adalet,


Rüzgar eken Fırtına biçer.


31 Mart 2010 Çarşamba

Hayat Kötü be Selçuğum,

Kocaman bir hafta boyunca canımızı sıkan şeyler oldu, bizi kahreden, insanlığımızdan eden;
Vahşi kapital sistem paramızı kesti, cebimizde, emeğimizde onlarca el atamadık dışarı, tüküremedik suratına "SIKTIK DİŞİMİZİ",
Minibüse bindik ayağımıza basan oldu dönüp bakmamızla beraber fırçayı yine biz yedik, Simitimizin yarısını kuşlarla paylaştık simitçiden fırça yedik mundar etme diye,
Sabah bilmezliğe uyandık, emeğimizi sömürttük, yüzümüzü kazıttık, duymadık, duyamadık, ağzımıza geleni havaya sıktık,
Kocaman bir hafta kocaman bir ömür gibi geçerken yine siz yetiştiniz imdadımıza, dünümüzü, hayasızlarımızı, unutturdunuz bize, farketmezdi üzüntün bile bu anlamsız hayatın içinde güneş ışığıdır bize ama sevincinde tarifsiz oluyor FENERİM,
Golün, mücadelen yeniyor bunca kötülüğü, bizi resetliyor, yeniden başlatıyor hayata,
Haftaya kayseri maçı var;
Koca bir hafta yine canımızı sıkacak, yumruğunu boğamıza düğümleyecek,
Olabilirki belki makakula bizim doksana bir gol bırakacak,
Yine mutsuzluğun, kederin en güzelini yaşayacağız,
Mutlu mutsuzluğunla hayatın keşmekeşliğini yine unutacağız,
Sevineceğiz aslında gizli gizli,
Hayat kötü Selçuğum, siz oldukça biz yenileniriz her hafta, yenilenir dünya, yenilenir insanlık,
Sizi Seviyoruz,

25 Mart 2010 Perşembe

Onlardandır Hayat, Hayattandır Onlar,


Kar kaplamış, donmuş her taraf, gözler ışık saçar, gözlerki buğulanmış, çaresizliğini süzer. Olumsuz olmuş olan ne varsa, durumsuz durmuş durması gereken ne varsa !!! Hayat, bütün hatlarıyla pres yapmış buğulu gözlerine, ağıtlarına, varlıklarına. Tek kale maça dönmüş doğumlarından beri oynanan oyun, kaleci yok, kale yok, umut yok, gol yok. Bazı çamurdan evler yapmışlar hayallerine, bazı çamurlu suda yumuşlar küçük ellerini, şark eli yamandır dememişler, kolay kolay geçit vermez hayallere, bombalarmı düşer, mitralyözmü tarar, değirmenimi yıkılır, bostanımı talan olur bilinmez dememişler, diyememişler, çünkü onlar başka bir dünyanın var olduğunu bilememişler,

Başka bir dünyanın keşmeşinden çıkan farkındalar ise yumamamışlar gözlerini kocaman bir coğrafyada yaşanan kıyıma, ağıda, ağıdımıza,

Gitmişler, görmüşler, sevmişler, mutlu etmişler,

Sizde mutlu olasınız, neyini harcayan varsa bu uğurda altın bulsun onun yerine,

Sevgili arkadaşlarım, omuzdaşlarım, VAMOSUM BİENİM, kutlular kutlusu olsun yaptıklarınız,

İYİKİ VARSINIZ,

YAŞA FENER

YAŞA İNSANLIK,

YAŞA VAMOS...

29 Eylül 2009 Salı

Bizim İçin Irkçılığa Gol




1968’ in yaz aylarında Diclespor ve Yıldızspor’ un birleşmesiyle kurulan ve ülkemizin doğusunu komple kaplayan coğrafyayı birinci ligde temsil eden ilk kulüp olan Diyarbakırspor, kendi topraklarında gurbetçi muamelesi görerek yaklaşık 42 yılı devirdi. Aslında Diyarbakırspor ne tam anlamıyla doğunun olabildi, ne de ülkenin herhangi bir takımı gibi herkesin. Almanya’ya giden gurbetçilerimizin yaşadığı ne oralı ne buralı buhramının aynısını Diyarbakırspor yaşadı yıllardır. Yinede yılmadan bırakmadan düşerek çıkarak ben bu ülkenin takımıyım demeye devam etti.
Derler ki Diyarbakır da adres sormaya bir yere girerseniz çay ısmarlamadan, halınızı hatırınızı sormadan bırakmaz diye, aslında bir neden ile ilgili gittiğim bu yalnız şehirde bu güzelliği yaşadım. Peki nasıl oluyor da anımsayamadığımız yıllardan beri, bu topraklarda ağıtları olan, acıları olan, düğünleri olan, sevinçleri olan, cenazeleri olan, terlerinin damladığı bostanları olan bu güzelim şehrin insanları aponun piçi oluyor. Güneşin balçıkla sıvanmayacağını bilenler atılan bu kocaman iftiranın o insanların üzerine yapışmayacağını, yaşadıkları tarihin bu kirli çamuru yıkayacağını bilir.
Peki ya bunu bilmeyenler? Seksenlerden sonra neden böylesine çoğaldılar, tribünleri, okulları, sokakları nasıl böyle sardılar? Hayatımıza nasıl hükmetmeye başladılar? İzledikleri ensest dizilerle, içtikleri amerikan sigaralarıyla, giydikleri bulu jin kotlarla, boğazındaki ıraklı çocuğun kanından yapılan dondurmayla, rakın coke festivalleriyle, dünyasından habersiz yaşamıyla başkalaşırken, çift süren esmer amcaya nasıl böylesine düşmanlaşabildiler? İnsafsız bir savaşın nasıl böylesine salyalı taraftarı olabildiler?
Bu neslin atası kenan evren amcaları ve saz arkadaşları, devasa bir ülkenin, bilinçli bir ülkenin, tartışabilir, politik kavga da edebilir bir ülkenin içine ettiklerinde, yıllar sonra bu manzarayı yaşatabilmenin onuruyla kıs kıs gülüyorlardır, kan kokan elleriyle o iğrenç tablolarını yaparken. Siyasi partisi kapatılan, dernekleri yıkılan, kitapları yakılan, eylemleri yasaklanan, tv programları sansürlenen, en güzel beyinleri idam edilen, idam edilemeyenleri yut dışına kaçırılan, sokağa çıkamayan, bayramını kutlayamayan, 17 yaşında idam edilen, sapasağlam delikanlı bir ülkeyi önce yoğun bakıma soktular sonrada ölmesi için fişini çektiler.
Şimdi resetlenen beyinlerle, doldurulan tribünlerde pkk dışarı ( ırkçılık içeri ) diye tempo tutuyorlar bu ülkenin (pkk ile uzaktan yakından alakası olmayan) renklerine. Irkçılık konusunu sadece zencilere yapılan saldırı olarak bilip biz ırkçı değiliz diyenler, düştükleri komik durumla birlikte tamda kenan amcalarının istediği gibi düşünüyor (düşünemiyor). Buna engel olamayan siyasi erk ise tamda kenan ağabeylerinin istediği gibi çanak tutuyor tüm bu olanlara. İşin en üzülesi durumu ise buna ses çıkartmayan bizlerse tamda kenanın istediği gibi tepkisizleşiyoruz her şeye.
Gerçi Iraklı, Filistinli bebekerin ölümü için finans sağlayan lay lay lom’ lardan kız arkadaşı ayarlayan, dondurma yalayan toplumdan, kadrosunda Türkiye de ilk defa Iraklı bir futbolcuyu oynatan bir kulübe saygılı olmalarını beklemek biraz ütopik.
Onlar ne aponun piçi, ne de pkk nın militanı,
Sizler ise ne taraftar nede tribün emekçisi……

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kaldıralım Locaları



İşyeri eve pekçe uzaktaydı, patron henüz haftalığını vermediğinden cebindeki üçyüz elli kuruşla bir ayran birde simit yedi o gün. Ayranı içmemek ile o uzun yolu yürümenin muhasebesini yapacak durumda olmadığından ıslanmış çorabıyla kimi koşarak kimi at arabasına asılarak kimi nefeslenerek 45 dakikada mahallesinde buldu kendini. Sokağa girer girmez köşedeki Aydoğan abinin kahvesine baktı, buğulanmış camdan içerisi görünmüyordu, dahada yaklaştı içerisi sakindi tek tük masalarda oyun oynayanlar, sigara dumanı, ortadaki sobadan başka birşey görünmüyordu. Bunun üzerine rahat bir nefes alarak eve koşmaya başladı, merdivenlerden çıkarken aklıda hep akşam vardı, bir gelseydi artık.

Çorapları çıkardı, ellerini yıkadıktan sonra hemen gazete resimlerini kesip yapıştırdığı defterini aldı, yeni resimler bulmak gerektiği heyecanı kaplarken içini, birden yeni resim bulmak için yapacağı hinliğin planını yapmaya başladı, evde kimse yoktu baba işte anne komşuda rahatça planı uygulamaya geçebilirdi. Hemen bakkal Mesud amcanın dükkanına giriverdi, girer girmezde gazetelere dikti gözlerini, biraz şirinlik biraz yalanla bir tomar gazeteyi kaptığı gibi doğru eve fırladı. Makası, defteri, yapıştırıcıyı alıp eline defterini doldurmaya fal taşı gibi açılan heyecan dolu gözlerle devam etti. Zaman da öyle çabuk geçtiki bu işi yaparken anne, baba, kardeşler doluştular eve, yemek yendikten sonra hemen atıverdi kendini sokağa çünkü yer bulamayacaktı biraz daha gecikirse. Canım önündeki televizyonu gören, yağmur gelmeyen, en konforlu pencereyi kaptı çünkü diğer çocuklarda gelmeye başlarlardı birazdan, zaman öyle çabuk geçtiki saat geldi, haydaaaaaa !!!!!! camın öte tarafındaki sandalyeye huysuz Recep amca oturdu, şimdi buğulanan camı buna sildirebilmek için yalvar dur. Daha başlamadan yenik duruma düştü bizimkisi. Ve nihayet başladı, çubuklu göründü tünelin içinden, kalbi çarpmaya başladı, gözleri doldu her zamanki gibi, Oğuz önde diğerleri arkada koşuyorlardı orta yuvarlağa doğru ve maç başladı daha 15-20 dakika geçmiştiki golü yedi çubuklu, Abdullah öyle bir şut çıkarmıştıki Rüştünün yapabilecek pek bir şeyi yoku, yanıdaki arkadaşı cevahirle birlikte dertleşe dertleşe ilk yarı bitti, atacağız diyordu cevahir başka bişey demiyordu. Huysuz amcada o gün can sıkıntısından olsa gerek kendisine pek zorluk çıkarmıyordu. Devre arasında tribünde çekilen horonlar, yapılan kutlamalar yarasına tuz basıyordu. Ne olduysa başlayan o ikinci kırkbeş dakikada oldu gelen iki golle birlikte çubuklu şampiyonluğa çok yaklaşmıştı. Camın öte tarafındaki recep amca camı açarak sordu;
- ne oldu genç üşüdünmü,
- yok amca Fenerbahçeyi izlerken üşürmü insan hiç,
- ee Fenerbahçeyi izlemek öyle kolay değil.


Belki izleyebilmek o zamanlarda da kolay değildi ama buğulu camlarımızı silebilecek Recep Amcalarımız vardı. Böyle devam ederse korkuyorumki buğulu camları silecek bir amca bulamayacak çocuklar.