29 Eylül 2009 Salı

Bizim İçin Irkçılığa Gol




1968’ in yaz aylarında Diclespor ve Yıldızspor’ un birleşmesiyle kurulan ve ülkemizin doğusunu komple kaplayan coğrafyayı birinci ligde temsil eden ilk kulüp olan Diyarbakırspor, kendi topraklarında gurbetçi muamelesi görerek yaklaşık 42 yılı devirdi. Aslında Diyarbakırspor ne tam anlamıyla doğunun olabildi, ne de ülkenin herhangi bir takımı gibi herkesin. Almanya’ya giden gurbetçilerimizin yaşadığı ne oralı ne buralı buhramının aynısını Diyarbakırspor yaşadı yıllardır. Yinede yılmadan bırakmadan düşerek çıkarak ben bu ülkenin takımıyım demeye devam etti.
Derler ki Diyarbakır da adres sormaya bir yere girerseniz çay ısmarlamadan, halınızı hatırınızı sormadan bırakmaz diye, aslında bir neden ile ilgili gittiğim bu yalnız şehirde bu güzelliği yaşadım. Peki nasıl oluyor da anımsayamadığımız yıllardan beri, bu topraklarda ağıtları olan, acıları olan, düğünleri olan, sevinçleri olan, cenazeleri olan, terlerinin damladığı bostanları olan bu güzelim şehrin insanları aponun piçi oluyor. Güneşin balçıkla sıvanmayacağını bilenler atılan bu kocaman iftiranın o insanların üzerine yapışmayacağını, yaşadıkları tarihin bu kirli çamuru yıkayacağını bilir.
Peki ya bunu bilmeyenler? Seksenlerden sonra neden böylesine çoğaldılar, tribünleri, okulları, sokakları nasıl böyle sardılar? Hayatımıza nasıl hükmetmeye başladılar? İzledikleri ensest dizilerle, içtikleri amerikan sigaralarıyla, giydikleri bulu jin kotlarla, boğazındaki ıraklı çocuğun kanından yapılan dondurmayla, rakın coke festivalleriyle, dünyasından habersiz yaşamıyla başkalaşırken, çift süren esmer amcaya nasıl böylesine düşmanlaşabildiler? İnsafsız bir savaşın nasıl böylesine salyalı taraftarı olabildiler?
Bu neslin atası kenan evren amcaları ve saz arkadaşları, devasa bir ülkenin, bilinçli bir ülkenin, tartışabilir, politik kavga da edebilir bir ülkenin içine ettiklerinde, yıllar sonra bu manzarayı yaşatabilmenin onuruyla kıs kıs gülüyorlardır, kan kokan elleriyle o iğrenç tablolarını yaparken. Siyasi partisi kapatılan, dernekleri yıkılan, kitapları yakılan, eylemleri yasaklanan, tv programları sansürlenen, en güzel beyinleri idam edilen, idam edilemeyenleri yut dışına kaçırılan, sokağa çıkamayan, bayramını kutlayamayan, 17 yaşında idam edilen, sapasağlam delikanlı bir ülkeyi önce yoğun bakıma soktular sonrada ölmesi için fişini çektiler.
Şimdi resetlenen beyinlerle, doldurulan tribünlerde pkk dışarı ( ırkçılık içeri ) diye tempo tutuyorlar bu ülkenin (pkk ile uzaktan yakından alakası olmayan) renklerine. Irkçılık konusunu sadece zencilere yapılan saldırı olarak bilip biz ırkçı değiliz diyenler, düştükleri komik durumla birlikte tamda kenan amcalarının istediği gibi düşünüyor (düşünemiyor). Buna engel olamayan siyasi erk ise tamda kenan ağabeylerinin istediği gibi çanak tutuyor tüm bu olanlara. İşin en üzülesi durumu ise buna ses çıkartmayan bizlerse tamda kenanın istediği gibi tepkisizleşiyoruz her şeye.
Gerçi Iraklı, Filistinli bebekerin ölümü için finans sağlayan lay lay lom’ lardan kız arkadaşı ayarlayan, dondurma yalayan toplumdan, kadrosunda Türkiye de ilk defa Iraklı bir futbolcuyu oynatan bir kulübe saygılı olmalarını beklemek biraz ütopik.
Onlar ne aponun piçi, ne de pkk nın militanı,
Sizler ise ne taraftar nede tribün emekçisi……

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kaldıralım Locaları



İşyeri eve pekçe uzaktaydı, patron henüz haftalığını vermediğinden cebindeki üçyüz elli kuruşla bir ayran birde simit yedi o gün. Ayranı içmemek ile o uzun yolu yürümenin muhasebesini yapacak durumda olmadığından ıslanmış çorabıyla kimi koşarak kimi at arabasına asılarak kimi nefeslenerek 45 dakikada mahallesinde buldu kendini. Sokağa girer girmez köşedeki Aydoğan abinin kahvesine baktı, buğulanmış camdan içerisi görünmüyordu, dahada yaklaştı içerisi sakindi tek tük masalarda oyun oynayanlar, sigara dumanı, ortadaki sobadan başka birşey görünmüyordu. Bunun üzerine rahat bir nefes alarak eve koşmaya başladı, merdivenlerden çıkarken aklıda hep akşam vardı, bir gelseydi artık.

Çorapları çıkardı, ellerini yıkadıktan sonra hemen gazete resimlerini kesip yapıştırdığı defterini aldı, yeni resimler bulmak gerektiği heyecanı kaplarken içini, birden yeni resim bulmak için yapacağı hinliğin planını yapmaya başladı, evde kimse yoktu baba işte anne komşuda rahatça planı uygulamaya geçebilirdi. Hemen bakkal Mesud amcanın dükkanına giriverdi, girer girmezde gazetelere dikti gözlerini, biraz şirinlik biraz yalanla bir tomar gazeteyi kaptığı gibi doğru eve fırladı. Makası, defteri, yapıştırıcıyı alıp eline defterini doldurmaya fal taşı gibi açılan heyecan dolu gözlerle devam etti. Zaman da öyle çabuk geçtiki bu işi yaparken anne, baba, kardeşler doluştular eve, yemek yendikten sonra hemen atıverdi kendini sokağa çünkü yer bulamayacaktı biraz daha gecikirse. Canım önündeki televizyonu gören, yağmur gelmeyen, en konforlu pencereyi kaptı çünkü diğer çocuklarda gelmeye başlarlardı birazdan, zaman öyle çabuk geçtiki saat geldi, haydaaaaaa !!!!!! camın öte tarafındaki sandalyeye huysuz Recep amca oturdu, şimdi buğulanan camı buna sildirebilmek için yalvar dur. Daha başlamadan yenik duruma düştü bizimkisi. Ve nihayet başladı, çubuklu göründü tünelin içinden, kalbi çarpmaya başladı, gözleri doldu her zamanki gibi, Oğuz önde diğerleri arkada koşuyorlardı orta yuvarlağa doğru ve maç başladı daha 15-20 dakika geçmiştiki golü yedi çubuklu, Abdullah öyle bir şut çıkarmıştıki Rüştünün yapabilecek pek bir şeyi yoku, yanıdaki arkadaşı cevahirle birlikte dertleşe dertleşe ilk yarı bitti, atacağız diyordu cevahir başka bişey demiyordu. Huysuz amcada o gün can sıkıntısından olsa gerek kendisine pek zorluk çıkarmıyordu. Devre arasında tribünde çekilen horonlar, yapılan kutlamalar yarasına tuz basıyordu. Ne olduysa başlayan o ikinci kırkbeş dakikada oldu gelen iki golle birlikte çubuklu şampiyonluğa çok yaklaşmıştı. Camın öte tarafındaki recep amca camı açarak sordu;
- ne oldu genç üşüdünmü,
- yok amca Fenerbahçeyi izlerken üşürmü insan hiç,
- ee Fenerbahçeyi izlemek öyle kolay değil.


Belki izleyebilmek o zamanlarda da kolay değildi ama buğulu camlarımızı silebilecek Recep Amcalarımız vardı. Böyle devam ederse korkuyorumki buğulu camları silecek bir amca bulamayacak çocuklar.