26 Eylül 2009 Cumartesi

Kaldıralım Locaları



İşyeri eve pekçe uzaktaydı, patron henüz haftalığını vermediğinden cebindeki üçyüz elli kuruşla bir ayran birde simit yedi o gün. Ayranı içmemek ile o uzun yolu yürümenin muhasebesini yapacak durumda olmadığından ıslanmış çorabıyla kimi koşarak kimi at arabasına asılarak kimi nefeslenerek 45 dakikada mahallesinde buldu kendini. Sokağa girer girmez köşedeki Aydoğan abinin kahvesine baktı, buğulanmış camdan içerisi görünmüyordu, dahada yaklaştı içerisi sakindi tek tük masalarda oyun oynayanlar, sigara dumanı, ortadaki sobadan başka birşey görünmüyordu. Bunun üzerine rahat bir nefes alarak eve koşmaya başladı, merdivenlerden çıkarken aklıda hep akşam vardı, bir gelseydi artık.

Çorapları çıkardı, ellerini yıkadıktan sonra hemen gazete resimlerini kesip yapıştırdığı defterini aldı, yeni resimler bulmak gerektiği heyecanı kaplarken içini, birden yeni resim bulmak için yapacağı hinliğin planını yapmaya başladı, evde kimse yoktu baba işte anne komşuda rahatça planı uygulamaya geçebilirdi. Hemen bakkal Mesud amcanın dükkanına giriverdi, girer girmezde gazetelere dikti gözlerini, biraz şirinlik biraz yalanla bir tomar gazeteyi kaptığı gibi doğru eve fırladı. Makası, defteri, yapıştırıcıyı alıp eline defterini doldurmaya fal taşı gibi açılan heyecan dolu gözlerle devam etti. Zaman da öyle çabuk geçtiki bu işi yaparken anne, baba, kardeşler doluştular eve, yemek yendikten sonra hemen atıverdi kendini sokağa çünkü yer bulamayacaktı biraz daha gecikirse. Canım önündeki televizyonu gören, yağmur gelmeyen, en konforlu pencereyi kaptı çünkü diğer çocuklarda gelmeye başlarlardı birazdan, zaman öyle çabuk geçtiki saat geldi, haydaaaaaa !!!!!! camın öte tarafındaki sandalyeye huysuz Recep amca oturdu, şimdi buğulanan camı buna sildirebilmek için yalvar dur. Daha başlamadan yenik duruma düştü bizimkisi. Ve nihayet başladı, çubuklu göründü tünelin içinden, kalbi çarpmaya başladı, gözleri doldu her zamanki gibi, Oğuz önde diğerleri arkada koşuyorlardı orta yuvarlağa doğru ve maç başladı daha 15-20 dakika geçmiştiki golü yedi çubuklu, Abdullah öyle bir şut çıkarmıştıki Rüştünün yapabilecek pek bir şeyi yoku, yanıdaki arkadaşı cevahirle birlikte dertleşe dertleşe ilk yarı bitti, atacağız diyordu cevahir başka bişey demiyordu. Huysuz amcada o gün can sıkıntısından olsa gerek kendisine pek zorluk çıkarmıyordu. Devre arasında tribünde çekilen horonlar, yapılan kutlamalar yarasına tuz basıyordu. Ne olduysa başlayan o ikinci kırkbeş dakikada oldu gelen iki golle birlikte çubuklu şampiyonluğa çok yaklaşmıştı. Camın öte tarafındaki recep amca camı açarak sordu;
- ne oldu genç üşüdünmü,
- yok amca Fenerbahçeyi izlerken üşürmü insan hiç,
- ee Fenerbahçeyi izlemek öyle kolay değil.


Belki izleyebilmek o zamanlarda da kolay değildi ama buğulu camlarımızı silebilecek Recep Amcalarımız vardı. Böyle devam ederse korkuyorumki buğulu camları silecek bir amca bulamayacak çocuklar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder